Hikâye: Efkârlı Padişah

 

Efkârlı Padişah



Sabahın ilk ışıkları ağır ağır ortaya çıkıyordu. Mevsimlerden kıştı, İstanbul tüm görkemiyle beyaz gelinliğini giymişti. Bu gelinlik sultan şehre çok yakışıyordu fakat cefası da çoktu. Birçok can tir tir titriyordu. Biri var ki tüm gözleriyle şehirde olanları heybetli duruşuyla izliyordu. Fatih Sultan Mehmet Han’ın heykeliydi bu. Bu heykel altın kaplamalıydı. Padişahın kavuğunda yakutlar, inciler bulunuyordu. Upuzun kaftanı üzerinde dimdik ayakta duruyordu. Önünden insanlar gelip geçiyordu. Bir anne ile çocuğu heykelin önünde durdu. Çocuk annesine heykeli sordu:

_ Anne bu kimin heykeli?

_ Fatih Sultan Mehmet’in heykeli oğlum.

_Peki Fatih Sultan Mehmet kim?

_O, asırlar önce İstanbul’u fetheden bir padişah. İstanbul’u fethederek bu şehrin Türklerin olmasını sağladı. Yani çok önemli biri.

O zaman büyünce ben de padişah olacağım diyerek heykelin önünden uzaklaştılar anne oğul. Fatih Sultan Mehmet Han gülümseyerek etrafı seyrederken önüne birkaç güvercin geldi ve önüne kondular. Bir güvercin var ki padişahın omzuna kondu. Bu güvercin mutsuz görünüyordu. Padişah güvercine bakarak:

_ Neden üzgünsün bakalım güvercin, nedir seni üzen şey?

_ Padişahım çok vahim durumlardayız. Durumlar çok kötü.

_ Kötü olan nedir anlat bakalım.

_Gelirken bir kız çocuğu gördüm üstü başı sefalet içindeydi. Trafik lambalarının orada mendil satıyordu. Tüm gün o kız çocuğunu takip ettim. Evine gittim bir de ne göreyim. Annesi yatalak hasta yatıyor. Evlerinde bu kış kıyamette bir sobaları bile yoktu. Küçük kız bir bayat ekmek çıkardı. Annesiyle o bayat ekmeği bölüşüp yemeye başladılar.

Fatih Sultan Mehmet Han güvercinin anlattıklarına üzüldü ve güvercine dönerek:

_Kavuğumdaki incilerden birini al götür o küçük kıza ver.

Güvercin mutluluktan takla atmaya başladı.

_Sağ ol, var ol padişahım, sen çok yaşa!

Güvercin sevinerek küçük kızın evinin yolunu tuttu. İnciyi pencereden içeriğe girerek küçük kızın önüne bıraktı. Küçük kız inciyi görünce sevincinden zıplamaya başladı. Güvercin geldiği yerden pencereden dışarı çıktı. Güvercin padişahın yanına geldi. Ama suratından düşen bir parçaydı. Padişah meraklandı güvercinin bu haline. Mutlu olması gerekiyordu çünkü.

_Ne oldu güvercin senin mutlu olup gelmen gerekmiyor muydu, nedir bu suratının hali?

_Padişahım mutlu oldum olmasına tabi ki. Ama gelirken gördüklerim beni çok üzdü.

_Neler gördün?

_ Padişahım bir kâğıt toplayıcısı gördüm. Elleri soğuktan çatlamış, yüzü mosmor olmuş. O halde bir kâğıt parçası bulabilir miyim diye didiniyordu. Kâğıt toplayıcılarının işi çok zordur. Akşama kadar ekmek parası için oradan oraya sürüklenirler. Çöplerden mikrop kapmak uğruna kâğıt ararlar. Bir kâğıt onlar için büyük hazine gibidir. Altın bulmuş gibi sevinirler. Bu kâğıt toplayıcısının da evine gittim. Evinde 5 çocuğu bir karısı vardı. Durumları içler acısıydı. Onları öyle görünce üzüntümden yerin dibine girdim.

Padişah güvercinin anlattıklarına efkarlandı. Keşke yerimden kalksaydım da insanlara yardım edebilseydim diye iç geçiriyordu. Fethettiği İstanbul’u sefalet içindeydi. Padişah güvercine seslendi:

_Kavuğumdaki yakutlardan birini al ve götür.

_Padişahım sağ ol, var ol, sen çok yaşa!

Güvercin sevinçli bir şekilde kâğıt toplayıcısının evinde gidip yakutu evlerine bıraktı. Padişahın görkemli kavuğu artık sıradan bir kavuğa dönüşmeye başladı. Padişahın umurumda değildi. Varsın inciler, yakutlar, altınlar olmasın. Halkı iyi olsun yeterdi. Padişah yerinden kımıldamadığı için bir şeyler yapamadığı için çok üzgündü. Güvercin gibi özgür olup şehrini dolaşıp halkının halini görmek isterdi.  Böyle yerinde durup hiçbir şey yapamamak canını çok sıkıyordu. Onun daha çok efkarlanmasına neden oluyordu. Güvercin padişahın yanına geldi ve omzuna kondu. Bu sefer padişahı üzgün gören güvercin padişahın haline üzüldü. Padişahı neşelendirmeye çalıştı fakat çabası sonuç vermedi. Padişah güvercine gördüklerini anlatmasını istedi. Güvercin birer birer anlatmaya başladı.

_ Padişahım maalesef ülkede şiddet, kavga, gürültü hiç eksilmiyor. İnsanlar birbirlerine zarar vermemek için ellerini ardına koymuyorlar. İnsanlarda aldatmaca, dolandırıcılık çoğaldı. Herkes birbirinin cebini gözlüyor soymak için. İnsanların birbirine karşı tahammülü kalmadı. Herkes birbirine çok kızgın çok öfkeli. Barış ve huzuru getirmek istiyorum ama elimden bir gelmiyor. Bu küçük bedenim boyunu aşan işlere yetişemiyor.

Padişah güvercinin anlattıklarına çok içerledi. Kalbine ok atılmış gibi hissetti. Duydukları onu derinden etkilemişti. Efkarı daha da artmıştı. Üzerindeki yakutlar, inciler bir şeyleri düzeltmeye yetmiyordu artık. Güvercin padişahın üzgün haline dayanamıyordu. Onu üzgün görmek istemiyordu. Güzel şeyler anlatmak isterdi ama anlatacak güzel şeyleri yoktu.

Günler geçtikçe padişahın efkarı tüm benliğini sarmıştı. O eski görkemini kaybetmeye başladı. Artık insanların ilgisini çekmiyordu. İncileri, yakutları kalmamıştı, altın kaplaması sanki zift rengini almıştı. Adeta ölüyordu padişah, kendinden bir şey kalmamıştı artık. Belediye heykelin bakımsızlığı nedeniyle restorasyona alınmasına karar vermişti. O gün heykel olduğu yerden kaldırılmıştı. Güvercin padişahın yanına geliyordu fakat padişahı olduğu yerde göremedi. Padişahın götürüldüğünü anlayan güvercin bir daha onu göremeyeceği için çırpınmaya başladı. Güvercinin narin bedeni, padişahın gidişine ve kasvet dolu bu şehirde yaşamaya dayanamıyordu. Her geçen gün biraz daha zayıflıyor, yitip gitmekte olan umutlarıyla birlikte ruhu da yavaşça sönüyordu. Nihayet bir kış sabahı, şehrin buz tutmuş sokaklarında sessizce gözlerini kapattı. Ardından, kimsenin fark etmediği bir tüy gibi, o da bu dünyadan usulca kayboldu. Geriye ne güvercinden ne de padişahtan eser kaldı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlk Yaram

Kırgınım

Anlaşılmak