Hikâye: Okumak
Yine zorlandığı günlerden biriydi. Çok uğraşıyordu harfleri
çıkarabilmek için fakat bir türlü muvaffak olamıyordu. Yapacağı şey çok basit
bir şeydi aslında. Harfleri yan yana getirebilse her şey çözülecekti. L-i-m…
L-i-o… Li-m-n. Olmuyordu, Alya ne kadar çabalasa da çıkaramıyordu o baklayı
dilinin altından. Başka bir kelimeyi okumaya çalıştı. I-ş-ı-k. Işık. Zorlanarak
da olsa okuyabildi. Ama çok yorulmuştu. Sınıftaki bütün arkadaşları sular
seller gibi okurken o bir türlü okuyamıyordu. Sınav kağıtları hep yanlışlarıyla
doluydu. Harfler birbirine karışmış, eksik yazılmış. Bazıları da taşınır gibi
yer değiştirmişti. Cennet öğretmen Alya’daki farklılığı fark etmişti. Sınıfta
okuma yaptırırken harfleri seçmediğini, harfleri birleştiremediğini görmüştü.
Cennet öğretmen, Alya’nın okumayı sökmesi için ona ayrı bir çalışma yapmayı
planladı. Ona kelimeleri defalarca yazmasını sesli-sessiz bir şekilde okumasını
istedi. Alya çok zorlansa da öğretmeninin dediklerini birer birer yapmaya
başladı. Bir gün Cennet öğretmen Alya’ya sınav yapacağını söyledi. Sınav
kağıdında karışık bir şekilde harfler verilmişti, bu harflerden anlamlı
kelimeler yazması gerekiyordu. Alya, ilk başta harflerden bir şey anlamadı
fakat bir anda beyninde bir ışık belirdi ve harfleri birer birer çözümledi,
kelimeleri yazmaya başladı. Alya bütün kelimeleri neredeyse doğru yapmıştı.
Öğretmeni o an sınav kağıdını okudu ve sınavdan 90 almıştı, notunun yanında da
yıldızlar vardı. Alya’nın mutluluğuna, keyfine diyecek yoktu. Öğretmenine
sarılmak istedi o an ama yapamadı. Alya öyle girişken bir çocuk değildi. İçine
kapanık, sessiz sakin bir çocuktu. Neredeyse hiç parmak kaldırmazdı. Belki
yanlış bir şey söylerim ya da doğru yapamam diye çekiniyordu. Alya, Cennet
öğretmenini çok seviyordu. Onun için kurtarıcı bir melek gibiydi. Öğretmeni
sayesinde daha rahatlamış hissediyordu. Ama bu sevinci kısa sürecekti Alya’nın.
Küçücük mutluluğu bir balon gibi sönüverecekti. Cennet öğretmenin tayini
çıkmıştı. Okuldan ayrılıyordu. Buna en çok üzülen tabi ki Alya’ydı. Öğretmeni
onun için her şeydi. Sevgisi, şefkati her şeye bedeldi. Bilemezdi ki bu
şefkatli eller bir gün onun ellerini bırakıp gidecekti.
Birkaç gün sonra Bülent adında yeni öğretmenleri geldi. Bu
öğretmen Cennet öğretmen gibi değildi. Sert bakışlı, kaşları çatık, sirke
suratlı biriydi. Korkunç bakışlarıyla bütün çocukları korkutmuştu. Özellikle
Alya bu öğretmenden çok korkmuştu. Kendini bir köşeye sineye çekti. O an
görünmez olmak istedi. Öğretmeni onu fark etmesin, onu görmesin istedi. Bir
çocuk için bu denli korku hiç insaflıca değildi. Korkan gözlerle bakması hatta
ağlamaklı olması bir çocuk için kabul edilebilecek bir şey değildi. Bülent
öğretmen, çocuklara karşı pek şefkatli değildi. Sürekli asabi, kızgındı.
Öğrencilerine sürekli bağırıyordu. Özellikle dersi anlamayan ödevlerini
yapmayan öğrencilerini hiç sevmiyordu. Onlara karşı bir kin besliyordu ama
Alya’ya bu kadar takacağını kimse bilemezdi. Alya’da göreceği zulümleri tahmin
edemezdi. Günlerden perşembeydi ödev kontrol günüydü. Alya tedirgindi. Ödevini
göstermek istemiyordu. Ama yapacak bir şey yoktu. Sıranın ona gelmemesi için
çabalıyordu, arkadaşlarını öne sürüyordu. Biraz daha vakit kazanmak için.
Nafileydi, sıra ona geldi. Bülent öğretmen Alya’yı yanına çağırdı:
_Gel bakalım Alya, göster ödevini.
Alya ödevini masanın üzerine koydu. Fakat başı yere eğik
korkulu gözlerle öğretmenine bakıyordu. Korkudan tir tir titriyordu. Bülent
öğretmen şöyle bir deftere baktı, bazı yanlışlar vardı. Defteri bir anda yere
fırlattı ve bir ses duyuldu. Alya içini çeke çeke sırasına doğru gitti.
Arkadaşları yüzündeki kırmızı izleri görüp gülüşüyorlardı. Alya ilk dayağını
yemişti. Ama Bülent öğretmen için ilk attığı dayak değildi. Ne kadar çok
antrenman yaptıysa tokatları güçleşmiş, attığı tokatlar anında yüzü kıpkırmızı
ediyordu. Alya’nın buse konulması gereken ve de utanmaktan değil dayaktan
kızardığı yanaklarından yaşlar sessizce akıyordu. Arkadaşları hâlâ Alya’ya
gülüyorlardı. Alya’nın çilekeş günleri başlamıştı bir kere. Kim geri
döndürebilirdi geçen zamanı. Kim geri getirebilirdi Cennet öğretmeni. Alya ise
eski günlerine geri dönmeye başlamıştı bile. Okumayı unuttu, harfler yine yer
değiştirmeye başladı. Bazen yok yoluyordu harfler. Eksik kelimeler, kötü bir el
yazısı ve daha nicesi. Alya parmak kaldırmıyordu çünkü biliyordu devamında ne
geleceğini. Bir gün Bülent öğretmen sınav yapmıştı. Herkesi yanına çağırıp
notlarını söylüyordu, sıra Alya’ya geldi. Bülent öğretmen hiçbir şey söylemedi.
1,2,3,4,5,6,7. 7 kere. Pinpon topu gibi Alya’nın kafası 7 kere tahtaya şak,
şak, şak diye gidip geldi. Alya’nın başında sanki karıncalar dolanıyordu,
başında bir uğultu oldu. Bir ara sendeledi ama geri toparladı. Alışması
gerekiyordu artık. Bu ilk değildi. Acıya dirençli olması gerekiyordu. Bülent
öğretmen, Alya’yı dövmekten kendini alamıyordu adeta oynuyordu kızcağızla. Alya
sessizce ağlıyordu ve yine arkadaşları gülüşüyorlardı. Alya artık okula gitmek
istemiyordu ama ailesine okulda öğretmeninden gördüğü şiddeti bir türlü
açıklayamıyordu. Nasıl açıklansın ki ailesine söylese ne değişecekti. Alya
dayakları yemeye devam ediyordu. Bülent öğretmen ise antilop parçalayan aslan
gibi Alya’ya saldırmaktan kendini alamıyordu. Elinde gelse bu ürkek ceylanı parçalayacaktı.
Bulmuştu ses çıkarmayan avını. Ses çıkarmayan av her zaman makbuldür.
Alya iyice içine kapandı artık gerekmedikçe konuşmuyor, çıt
çıkarmıyordu. Ses çıkarsa daha çok dayak yiyecekti. Günden güne eriyordu
zavallı çocuk. Ailesi, Alya’daki durumu fark etmeye başladı, şükür ki o
kurtarıcı el gelecekti sonunda. Alya ailesine söylemeye çekindi ama canına tak
etmişti artık. Alya babasına olanları bir bir anlatmaya başladı. Öğretmeninin
neler yaptığını sonunda itiraf etti. Anlatıp kurtulmuştu, içine bir ferahlık
düşmüştü. Uzun zamandır içi yangın yeriydi. Hangi çocuk bunları yaşamayı
hakkediyordu. Ertesi gün Alya’nın babası hiddetli bir şekilde okula gelip
öğretmene hesap sordu. Bülent öğretmen bunu hesap edememişti. Elindeki avı
kaybedeceğini hiç düşünemedi. Bülent öğretmen neye uğradığını şaşırdı, hiçbir
şey diyemedi. Ne diyebilirdi ki bunun nasıl bir savunması olabilirdi. O günden
sonra Alya fiziksel şiddetten kurtulmuştu, kurtulmuştu ama bitmemişti şiddet.
Bu sefer sözlü, psikolojik şiddet başlamıştı. Bülent öğretmen gördüğü yerde
Alya’yı azarlıyordu, ona tiksinerek bakıyordu. Birkaç ay sonra Bülent
öğretmenin de tayini çıktı. Alya için bir kurtuluştu ama Alya buna sevinemedi.
İçinden çıkılmaz bir hapishaneye kilitlemişti kendini. Her şeyden kendini geri
çekmişti. Artık okumak istemiyordu. Yazmak istemiyordu. Bu Alya’nın beş
senesini alacaktı. Yeniden okumak, yazmak için beş sene beklemesi gerekiyordu.
Ne olursa olsun hiçbir çocuk okuyamadığı için yapamadığı için şiddete
uğramamalı. Alya dayak yiyen ilk çocuk değildi, son çocuk da olmayacaktı.
Yorumlar
Yorum Gönder