Hikâye: Bir İş Mesaisi
Bir İş Mesaisi
Gecenin mahmurluğu hâlâ üzerimdeyken telefonumu elime alıp saate baktım. Alarmın çalmasına daha 10 dakika vardı. Bu sefer hadi dedim erken kalkayım fakat yorganım beni bırakmayıp daha çok sarıp sarmalıyordu. Yorganımın verdiği o yumuşak sıcaklığı ben de bırakmak istemiyordum ama bırakmak zorundayım. Var gücümle yorgana bir tekme savurdum ve kendimi ondan kurtardım. Oda içimi titretecek kadar soğuktu. Şimdi kim gidecek de banyoya buz gibi suyla yüzünü yıkayacaktı. Banyoya zorla da olsa girdim, su buz gibiydi, çabucak elimi, yüzümü yıkadım. Bir de hızlıca dişlerimi fırçaladım, suyun soğukluğundan dişlerim kamaştı. Saate tekrar baktım vakit çoktan gelmiş, hemen evden çıkmam gerekiyordu. Kahvaltı yapmaya vaktim kalmadı, yine Nuri Amca’nın poğaçalarına talim edeceğiz. Evden çıktım, hızlıca kapıyı kilitleyip merdivenlerden seke seke indim. Nuri Amca’nın dükkânı hemen evimin sokağının başındaydı. Yine gözümün garipsemediği, alıştığı o malum sıra vardı dükkânın önünde. Sıra nihayet bana da geldi.
_ Günaydın Nuri Amca! Nasılsın?
_ Günaydın Agâh oğlum. İyiyiz hamdolsun sen nasılsın afiyettesin inşallah.
_ İyi olmaya çalışıyoruz Nuri Amca, aynı koşturmacaya devam.
_ Allah iyilik versin oğlum, n’apacaksın geçim derdi koşturmadan olmuyor.
_ Öyle Nuri Amca öyle. Hadi hayırlı işlerin olsun.
_ Uğurlar ola oğlum! Bereket versin.
Nuri Amca’nın poğaçasını mideme indirerek otobüs durağına topukladım.
Durak ana baba günüydü. Sanki kıyamet kopmuş da mahşer yerine toplanmıştı insanlar. Şimdi nasıl binilecekti bu otobüse. Gözüm sürekli otobüsü gözlüyordu. Kafamın içinde bu mahşeri toplulukta otobüse nasıl binerim muhasebesini yapıyordum ki otobüs geldi. Birdenbire Anzaklar gibi hurraaa! diye otobüse daldı herkes. Bir anda otobüste kendimi buldum çok şükür Yarabbim!
Nihayet ofise geldim. Bir mimarlık ofisinde mimar olarak çalışıyorum. Ofis ortamını da ne çok severim bir bilseniz. Ben ofis insanı değilim şantiye ortamında daha mutluyum. Ofiste akşama kadar rahatsız edici bir koltukta pinekleyip duruyorsun. Şantiye öyle mi sürekli bir tempodasın, oradan oraya gezip dolaşıyorsun. Yapılan işleri kontrol ediyorsun. Tabii işlerini doğru düzgün yapmayan ustalarla uğraşmak da var ama ofise tercih ederim şantiyeyi. Ofise girer girmez Mısra’yla karşılaştım, günaydınlaştık. Biraz sohbet ettikten sonra masama geçtim, oturdum. Dün masamı dağınık bırakmışım. Toparlamam lazım. Yine fiskos grubu başlamış mesaisine. Sabaha kadar ne gibi fiskoslar birikti de hemen başlamışlar fiskoslarına. Şaşılacak durum. Bir de selam vermez grubu var. 5 kişilerdir bu grup. Kendi gruplarından başka kimseye selamları olmaz. Yöneticiler desen ofiste kimse yokmuş gibi davranırlar. Geçen koordinatör yanımdan geçti, beni görmemişçesine. Biraz alındım doğrusu ama yapacak hiçbir şey yok, kurulan bu düzen böylece devam edecek. Biraz projeler beni oyalar diyorum, şu boğucu ortamdan beni kurtarır diye bekliyorum ama yok onda da hayal kırıklığına uğruyorum. En basit projeleri önüme koyuyorlar. Stajyerlerin yapacağı işi elime tutuşturuyorlar. Gel de mutlu ol mesleğinde. İnsanın yaptığı işte mutlu olamaması, bir insanın boğazına ilmek ilmek düğüm atmak gibidir. Bu düğümlerden nefes almak ne mümkün. Çok düşündüm bırakıp gitmeyi fakat arkamdaki sorumlulukları geride bırakamam. Geçinip hayatımın devamını sağlamam gerek, aileme destek olmam gerek. İyi ki Mısra var, o da olmasa bu iş yeri gibi görünen cehennem hiç çekilmeyecek. Saate baktım daha öğle molasına çok var. Elimdeki işleri de (!) bitirdim. Fiskos grubu mesaisine aynen devam ediyordu. Diğerleri de sıkılmış sanırım çöp kutusunda basketbol oynuyorlardı. Buruşturdukları kâğıttan topları birer birer basketlemeye çalışıyorlardı. Çok bunaldım, biraz camı açıp nefes almak istedim. İstanbul da tam nefes alınacak bir memleket, insanın içini nasıl açıyor. Hele sıra sıra dizilmiş vagon gibi arabalar, ne güzel de nefes almama izin veriyorlar. Onlar olmasa halimiz nice olurdu. Saate tekrar baktım çok şükür öğle molası gelmişti. Mısra’yla beraber yemekhaneye indik. Bugünün menüsünde; Mercimek çorbası, islim kebabı, mevsim salatası, havuç tarator, ıspanaklı börek ve de revani vardı. Yemeklerimizi alıp boş bir masaya oturduk. Yemek yerken Mısra’yla sinemaya yeni gelen filmler hakkında konuştuk. Hatta birine gitmeye karar verdik. Onunla birlikte vakit geçirmek bana iyi geliyordu. Keşke içimdekileri ona açabilsem ama korkuyorum. Beni yanlış anlamasından.
Yemeğimizi yedikten sonra ayaklarım geri geri giden ofise doğru yürümeye başladık. Ofis gözümde zindan gibi görünmeye başladı ve ben bu zindanda çürüyor gibi hissediyordum. Hayatıma son verecekmiş gibiydi. Umarım tez zamanda bu zindandan kurtulurum. Saatleri sayıyorum zaman geçse de bir an önce evime gitsem, sıcacık yorganıma sarılsam. O kadar özledim ki sabah onu teklemediğim için özür dilesem. Şükürler olsun ki saat geldi ve mesai bitti. Koşarcasına ofisten hızlı adımlarla çıktım. Otobüs durağına geldim. Sabah ki durum akşamında da aynıydı. Hurra deyip atladık otobüse. Otobüste uyuklaya uyuklaya evime vardım. Tabii evde kokusu bütün evi saran, pişen bir yemek yoktu. Birkaç bir şey hazırladım yedim. Sonra o özlediğim yatağıma, uçarcasına yattım. Yorganıma sımsıkı sarılıp kabuslara doğru yol aldım.
Yorumlar
Yorum Gönder