Hikâye: Mümteni Aşk


Bir mehtap akşamı ay saçlarını denize sermişti. O güzel zülfler kıvrım kıvrım kıvranıyordu ipeksi dalgaların üzerinde. Dalgaların sessiz iniltisi ruhumu okşuyordu, bense bu okşamanın verdiği rahatlıkla kahvemi yudumluyordum. Gün boyu masaya çakılamadım. Daktilo bugün bana küstü onunla ilgilenmediğim için. Gönlünü almam gerek sadık dostumum. Beni hiçbir zaman yalnız bırakmayan bana hüzünlü gözlerle acıyan vefalı arkadaşım. Bugün ne yazsam diye çok düşündüm. Sadık dostum size bir şeyler anlatmak için çok sabırsız yerinde duramıyor adeta kıpır kıpır. Bildiğim, yakından tanık olduğum bir aşk hikayesini anlatacağım size. Bu hikâye aşk hikayesi midir yoksa gönül kırgınlığı mıdır siz karar vereceksiniz. Beni derinden etkileyen insanı karanlıklarda boğan adeta zindana hapseden o hikâyeye başlayalım.

Recai, bir postanede kâtip olarak çalışıyordu. Recai, 31 yaşlarında hafif bodur kilosu hallice yerinde olan ela gözlü, kumral saçlı bir adamdı. Evden işe işten eve koşturan fazla sosyal aktivitesi olmayan arkadaşlarıyla dışarıya bile çıkmayan biriydi. Sami adında bir arkadaşı vardı. Sami onun için arkadaştan öte kardeş gibiydi. Her şeyini Sami’ye anlatır, ondan yardım alırdı. Ürkütücü yalnızlığını bir nebzede olsa azaltan biriydi Sami. Recai’nin en çok korktuğu şeydi yalnız kalmak. İçine ürperti girerdi tüm uzuvlarını titreten onu soğuk diyarlardan diyarlara sürükleyen bir ürpertiydi. Recai bir ses bir sıcaklık isterdi. İnsanı koruyup kollayan sarıp sarmalayan bu sıcaklığı kim verebilecekti ona? O kişiyi uzun zamandır bekliyordu Recai.

Günlerden haftanın ortası çarşambaydı. Recai sabahın erken saatlerinde postaneye geldi. Gözü Sami’yi aradı fakat Sami daha gelmemişti. Recai hemen masasına oturdu işler epeyce birikmişti. Hemen çalışmaya koyuldu kafasında binbir tilki varken. Bu aralar düşünceliydi Recai. Yalnızlık artık canı sıkmaya başlamıştı anlaşılan. Nasıl sıkmasın ki 31 yaşında fakat bu zamana kadar hiç kimseyle görüşmemiş, konuşmamıştı. Yalnızlık Allah’a mahsus diye boşuna dememişler. Yalnızlığı bu kadar dert yükü edinmesi olağandı. O sırada Sami postaneye girdi. İki arkadaş günaydınlaştılar:

_ Ooo Recai erkencisin bugün. Günaydın!

_ Günaydın. Öyle oldu biraz Sami. Ne var ne yok nasılsın?

_ İyi be birader ne olsun aynı tantana aynı düzen. Sende ne var ne yok. Bu aralar seni durgun görüyorum.

_ Öyle mi hiç farkında değilim.

Recai bunu söylerken derin düşüncelere çoktan dalmıştı bile. Gözünde ne senaryolar geçti kim bilir. Müşteriler yavaş yavaş gelmeye başladı. Bugün emeklilerin bayram ettiği çocuklar gibi sevindiği gündü yani ay başıydı. İnsanın az bir miktar paraya çocuklar gibi sevinmesi ne kadar iç acıtıcı bir şeydi. Yaşlı amcaların, teyzelerin arasında bir narince hanımefendi duruyordu. Recai’nin dikkatini çekmişti bu narin çiçek. Narin çiçek çünkü hafif kırılgan bir meşrebi vardı bu kızcağızın. Sıra bu narin çiçeğe gelmişti.

_ Merhaba, kolay gelsin. Mektup gönderecektim.

Recai karşısındaki güzellikten gözlerini bir anda geri çeviremedi, büyülenmişti. Sonra kendini toparlayıp cevap verdi:

_ Tabii. Zarfın üzerine isminizi, adres ve iletişim bilgilerinizi yazdınız mı?

_ Evet. Yazdım hepsini.

Ahsen ismi Ahsen’di. İsminin ruhunu taşıyan biriydi Ahsen. İsminden bile etkilenmişti Recai.

_ Mektup ücreti 25 lira 65 kuruş.

_ Buyurun ücreti.

Ahsen yavaş adımlarla postaneden ayrılıyordu. Recai de ruhunu orada Ahsen’e teslim etmişti. Sanki onunla beraber yavaş adımlarla sürüklenip gidiyordu bir meçhule doğru. Sami, Recai’nin tuhaf durumunu farkedip farketmez bir dürtme patlattı. Recai neye uğradığını şaşırdı birden.

_ Ne oluyorsun Recai?

_ Hiçbir şey dalmışım öyle.

Recai o an Sami’ye belli etmemeye çalıştı ama içinden bir şeyler kopmuştu. Gönlüne bir ateş bir kıvılcım düşmüştü. Recai gün boyu fikrinden çıkaramadı Ahsen’i. Çıkarmak ne mümkün. Bir hülyanın peşine düştü. Sürekli Ahsen’in güzel yüzünü, bakışlarını aklına getirip duruyordu. Zaman onun için akmayı bırakmıştı. Tek bir anda kalmayı yani onu gördüğü anda kalmak istiyordu. Recai tekrar onu görmeyi her şeyden daha çok istiyordu. Ama bu nasıl mümkün olacaktı imkânsız gibi bir şeydi. Recai’nin aklına mektup geldi evet mektup. Ona mektup yazmayı kararlaştırdı. Bir an düşüncelerinin dizginleştirdi. Neler düşünüyordu böyle. Kendisini tanımadığı birine mektup yazmayı düşünüyordu fakat ne yapacağını da bilmiyordu. Gün boyu düşündü durdu. Mesai saati bitmişti. Mevsimlerden sonbahardı. Ağaçlar sarı sarı elbiselerini üzerinden çıkarıp atmıştı. Her yeri sapsarı etmişlerdi. Arada kırmızı renkte atılmış elbiseler de vardı. Ilık rüzgâr daldaki çıkarılıp atılmamış elbiseleri oynatıp duruyordu âdeta. Recai yerden bir yaprak aldı. Aldığı yaprak büyükçe sarı, kırmızı, turuncu renklerine sahipti. Elindeki yaprakta bir an hülya göründü gözüne. Ahsen’in hülyasıydı bu. Ah Recai nasıl da kaptırdı kendini bu kadar. Elindeki yaprağa gülümseyerek evin yolunu tuttu. Tüm gece Ahsen’i düşünüp durdu Recai. Nasıl ulaşacaktı o narin çiçeğe. Düşünmekten kafayı yemek üzereydi. Recai bu böyle olamayacak deyip kadere güvenip mektup yazmaya karar verdi. İlk satırları titrek ellerle yazmaya başladı:

 Merhaba Ahsen Hanım,

 Sözlerime nasıl başlayacağım bilemiyorum. Bu mektubu aldığınızda çok şaşıracaksınız belki ama iyi niyetli olduğumdan müsterih olun. Sizi ürkütmek, korkutmak ya da rahatsız etmek değil niyetim. Kendimi nasıl ifade etsem bilemiyorum, şu an kelimeler kifayetsiz kaldı. Bendeniz Recai Gündoğdu. Postanede katiplik yapıyorum. Dün bir mektup getirmiştiniz postaneye. Sizi orada gördüm ve gördüğüm andan itibaren hülyanız gözümün önünden gitmiyor. Bendenizin tek arzusu sizinle görüşmek, konuşmak, tanışmaktır. Eğer siz de isterseniz mektubuma cevap vermenizi temenni ederim. Saygılar.

Recai Gündoğdu

Recai mektubu silip tekrar yazmayı düşündü ama sonra böyle kalmasını uygun buldu. Ertesi sabah ilk mektubu postalamaktı. Şimdiden heyecanlıydı ağzı kulaklarından yüreği pır pır atıyordu. Ama bir yandan da endişeliydi ya istediği cevabı alamazsa. O zaman ne yapardı hiç bilmiyordu. Acaba göndermesem mi diye aklından geçirdi. Yok vazgeçti mektubu gönderecekti. Ertesi sabah Recai mektubu postaya verdi. Nasıl bekleyecekti hiçbir fikri yoktu. Günler geçti fakat mektuptan hâlâ bir ses seda çıkmadı. Recai umudunu kaybetmek istemiyordu ama günler geçtikten sonra yavaş yavaş umudunu kaybediyordu. Perşembe günü sabah saatlerinde postaneye mektuplar geldi. Recai’ye bir heyecan bastı ki o an baştan aşağı terden sucuk gibi oldu. Kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. Mektupları hızlıca karıştı ve beklediği mektupla karşı karşıya kaldı. Zarfın üzerinde Ahsen Hanzade yazıyordu. Recai mektubu ne yapacağını şaşırdı. Günlerdir beklediği kendisine uyku uyutmayan o mektup elindeydi. Hemen açamadı mektubu. Korku sarmıştı bedenini ya olumsuz bir cevap varsa ya beklediği cevap gelmediyse. Bu böyle olmayacaktı artık mektubu açıp okumalıydı. Tüm cesaretini toparlayıp mektubu açtı ve ilk satırları okumaya başladı.

Merhaba Recai Bey,

Mektubunuz şaşkınlıkla karşıladığımızı ifade etmek isterim. Hangi cesaretle bu mektubu tarafıma iletmeyi düşündünüz hiçbir fikrim yok. Benden temenni ettiklerinizi ret ediyorum. Bir daha tarafıma böyle küstahlık yapmamanızı rica ederim.

Ahsen Hanzade

Recai korkmakta haklıydı. Gönlünü dağlayacak, onu yarayacak sözler yazılmıştı. Başından kaynar sular dökülmüştü. Bu durumla nasıl baş edeceğini bilmedi. Her gece hülyasını gördüğü narin çiçekten ret cevabı almıştı. Çok üzülmüştü kalbi kırılmıştı. Bir özür mektubu yazmayı düşündü fakat cesaret edemedi. Özrüne karşılık bulmayacağından emindi. İçinde patlayan bir volkan gibi sinirle mektubu paramparça edip çöpe attı. Yırtılmayan kısım Ahsen Hanzade’ydi. İsmini görünce içinden bir şeyler kopup gitti. Sami Recai’nin durumunu görünce ne olduğunu sordu:

_Recai ne oluyorsun, nedir bu halin?

_Hiç sorma Sami. Bir şey sorma.

_Recai ben senin arkadaşın değil miyim, bana anlatmayacaksan kime anlatacaksın?

_Peki, ama aramızda kalsın. Birinden bir mektup aldım.

_Kimden mektup aldın?

_Geçenlerde buraya gelen bir kızcağız vardı. O kıza.

_Recai tanımadığın birine mektup mu gönderdin?

_Evet, yaptık bir hata!

_Eee ne cevap geldi kızdan?

_Mektup gönderdiğim için öfkelenmiş bir daha rahatsız etmememi istedi.

_Birader alınma ama kız haklı. Seninki biraz deli cesareti olmuş.

_ …

_ Neyse olan olmuş, sıkma canını.

_ Öyle olan oldu. Çaresi yok.

_ Çok mu hoşlandın kızdan peki?

_ …

_ Anlaşıldı sen vurulmuşsun bayağı.

_ Vurulsak ne yazar reddedildik.

_ Bak ne diyeceğim. İstersen kızla ben konuşayım. Seni anlatayım. İyi niyetli biri olduğunu ifade ederim ne dersin?

Recai ufak bir şaşkınlıkla:

_ Olur mu ki öyle. Daha da çok sinirlenmesin.

_ Yok canım. Neden sinirlensin. Ben durumu güzelce izah ederim. Sen merak etme.

Recai’nin gözlerinden mutluluk fışkırdı bir anda. O kara bulutlar bir anda dağıldı. İçindeki solan çiçeği yeniden canlandı, yeniden açmaya başladı. İçine bir umut ışığı doldu. Heyecanla:

_ Sami gerçek mi diyorsun, yapacaksın mısın böyle bir şey.

_ Tabii yaparım sen benim en yakın dostumsun.

Recai sevinçle Sami’ye uçarcasına kollarına atıldı. Sımsıkı dostuna sarıldı.

_ Peki nasıl konuşacaksın ki Ahsen’le

_ İsmi Ahsen mi?

Recai utanarak:

_ Evet, ismi Ahsen.

_ Tamamdır, bu işi olmuş bil sen.

Recai sevincinden yerinden duramıyordu. İçindeki amansız heyecanla:

_Peki ne zaman görüşmeye gideceksin?

_ Yarın izin günüm yarın giderim.

Recai çok mutlu oldu, Sami’ye sürekli ona olan minnetini dile getiriyordu. Yaklaşan faciadan bi-haberdi. Sami ertesi gün Ahsen’in evine gitmişti. Ahsen’in yardımcısı çıkmıştı. Sami, Ahsen hanımı çağırmasını rica etti. Kapıya Ahsen çıkmıştı. Sami’nin gördüğü güzellik karşısında nutku tutulmuştu. Ne diyeceğini unuttu. Aslında ne için geldiğini adı gibi biliyordu fakat geliş nedenini söylemedi. Gördüğü güzellik karşısında büyülenmişti. Hiçbir şey söylemeden geri döndü Sami. Sami yaptığına kendi de inanamadı. Recai’ye ne söyleyecekti, bilmiyordu. Arkadaşına bir kere ihanet etmişti. İhanetin yükü ağırdır, Sami bu yük altında ezildikçe eziliyordu. Sami postaneye gelmişti. Recai Sami’yi görünce yüzünde güller açtı fakat Sami’nin yüzü binbir parçaydı. Recai olanları anlamıştı, yine ret almıştı. Hiçbir şey sormadı Sami’ye. Sami de hiçbir şey anlatmadı. Ona yaptığı ihaneti anlatmadı, anlatamadı. Nasıl anlatacaktı ki? Hangi insan ihanetini açıkça, cesurca anlatabilir. Recai’nin etrafında dağılan kara bulutlar tekrar toplandı. O kara bulutlar simsiyah sularını akıtmaya başladı. İçinde sevinçle büyüttüğü çiçeği solup ölmüştü. İçimdeki o çiçeği söküp atmak istedi. Bir daha içinde büyümesin istedi. Kırılan gönlü toparlanamıyor onu derinden derine karanlıklara gömüyordu. Yaşarken mezara gömülmüş gibiydi. O mezarlıktan çıkmak istemiyordu. Recai postaneden ayrıldı. Geçtiği yoldan ağaçlar boynunu bükmüştü. Kırlangıçlar feryat edercesine Recai için göz yaşı döküyordu. Yerler kan kırmızı yapraklarla doluydu. Recai’nin kırık kalbinden dökülen hayal kırıklıklarıydı bunlar. Recai yürüdükçe arkasında hayal kırıklıklarının izlerini bırakıyordu. Nasıl geçecekti bu feryad-ı figan. Nasıl bir daha sevecekti. Nasıl bir daha sevmeye cesaret edecekti. İçindeki fırtına dinmek bilmiyordu. Aradan birkaç ay geçmişti. Recai’nin gönlü hâlâ kan ağlıyordu. Postaneye doğru yol alıyordu. Bir anda durdu gördükleri karşısında dondu kaldı. Karşısında Ahsen vardı. Aylar sonra karşısındaydı. Onu ilk gördüğü gibi kalbi pır pır etti. Yalnız Ahsen yalnız değildi. Yanında Sami vardı. Sami Recai’yi görünce yüzünü yere eğdi. Ahsen olanlara anlam veremiyordu. Sami ve Ahsen ele ele Recai’nin yanında geçtiler. Recai anlamıştı bu Mümteni Aşk’tı. İmkansızdan da öteydi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlk Yaram

Kırgınım

Anlaşılmak