Öykü: Bedende Durmayan Ruh: Ayasofya'da


  


Uzun bir çalışmanın sonunda mesai bitimine çok az kaldı. Ofisteki herkes hazırlanmak için kıpırdanmaya başladı. Saat 16.45 olmuştu bile. Ofistekiler, bir an önce gitmek için sabırsızlanıyorlardı. Niye bu kadar hevesliler anlamıyorum, alt tarafı eve gidecekler. Yarın yine ayakları geriye giden iş yerlerine geleceklerdi. Bazıları, akşam dışarıda bir şeyler yapmayı planlıyor. Sinemaya yeni film gelmiş, sanki hiç film seyretmemiş gibi hevesliler. Boş işler! Saat 17.00 oldu. Birden herkes masalardan fırladı, sanki öğretmenleri sınıfa girmiş de ayağa kalkmış öğrenciler gibi ne bu acele. 

 

-Hayırdır Selim? Geceyi ofiste geçirmeyi mi düşünüyorsun, neden hala oturuyorsun?

-Acelem yok ben de birazdan çıkacağım.

-Peki o zaman yarın görüşürüz.

-Görüşürüz.

Yavaş adımlarla otoparka yürümeye başladım. Arabaya bindim, yan koltuğuma çantamı montumu koydum. Mesai daha yeni başlıyor! Başlasın trafik mesaisi.
Gıdım gıdım ilerliyoruz ve yine dur kalk yapmaktan ayaklarım, bacaklarım uyuştu. Bu sırada etrafı süzüyordum, binlerce koşuşturan insanları izliyordum. Toplu taşımaya yetişip binmeye çalışan mı dersin otobüsün penceresinden nefes almaya çalışan mı dersin ne zor bir şehirsin İstanbul! Bir de altın şehir derler sana insana çile çektiren yer nasıl altın şehir olur? Evet, yine dur kalk yapıyoruz. Hop durduk! Önümden kikirdeyerek geçen iki kız gördüm süslenip püslenmişler belli ki bir yere gidiyorlar. Ne bu sevinç heyhat! İnsanlar bu hayatın neresinden zevk alıyor. Neyiyle mutlu oluyorlar hiç anlamıyorum. Her gün aynı şeyleri yapıyorlar bunun hayat zevki neresinde? Bir buçuk saat oldu hala eve varamadım. Offf!!! Oturmaktan her yerim uyuştu. Biraz müzik açayım dedim sıkıldım, kapattım. Neyse ki trafik açıldı gitmeye başladık. Ayasofya'nın önünden geçtim kültür gezisi olacakmış. Çok da önemsemeden devam ettim yoluma.
Evin kapısının kilidini açtım, içeri girdim. Dün evi derleyip toparlayamadım, ev ayaklanmış göçüyor. İş başa düştü, kolları sıvadık, önce bulaşıklar mutfağa marş marş! Of of belim koptu! Neyse temizlik mesaisini de bitirdik, e ne yiyeceğiz şimdi? Buzdolabının başına geçtim aval aval ne yesem diye düşünüyorum. Hımm... Evet yumurta kıracağız anlaşıldı. Yemeği yedikten sonra biraz televizyona bakayım dedim bakmamla kapatmam bir oldu. Yapacak bir şey de bulamadım. Yatağa girdim. Felsefik düşüncelerime daldım. Hayat neden bu kadar bomboş. Her gün aynı şeyleri yaşamak için uyuyup uyanıyoruz. Aynı yemekleri yiyip aynı işleri yapıp duruyoruz. Hayat bu muydu? Karın tokluğuna yaşamak için mi geldik bu dünyaya? Uyumadan önce telefona bakayım dedim arkadaşlar muhabbetin dibini vurmuş yine cıvıl cıvıl konuşmalar şen şakrak gülüşler. Hafta sonu Ayasofya kültür gezisine gidelim demişler. Bu Ayasofya da sürekli karşıma çıkıp duruyor. Neyse, hadi uyu Selim uyu! Aynı güne uyanmak için uyu!

Vücudumda bir ıslaklık hissettim. Allah kahretmesin! Düşündüğüm şey olmasın, bir kepazelik mi yaptın Selim? O da ne, neredeyim ben, burası da neresi? Çok karanlık gözüm hiçbir şey görmüyor, neredeyim ben? Ayağa kalkmaya çalışırken cumburlop suya düştüm baştan ayağı ıslandım. Vücudum zangır zangır titremeye başladı üşüdüm!!! Bir yerde bir ışık sızıntısı görünüyor. O da ne merdiven var. Yırttın Selim! Ağzımdan kesik kesik buharlar çıkıyor zangır zangır titreyerek çıkmaya başladım. Aşağıya baktığımda bir dehliz olduğunu gördüm hem de içi su dolu! Burası da neresi, nasıl buraya geldim? Işığın sonuna geldim hakikaten dehlizmiş. Dışarıya çıktım bir de ne göreyim karşımda Ayasofya! Nasıl Ayasofya'nın dehlizi mi varmış! Biri bana şaka mı yapıyor, kamerası şakası mı, eşek şakası mı? Şu an rüyada mıyım, hakikatte mi? Kafam allak bullak oldu, iyice de üşüdüm. Beynim durdu ne düşüneceğimi bilemiyorum. Bir yandan titriyorum. İçeride düşün Selim! Zatürre olmazsak iyidir. Camiinin içerisine girdim, o da ne üstüm kurudu birden nasıl oldu bu? Yok arkadaş rüyadayım bu gerçek olamaz! Yerde halılar var, burası ne ara camiiye dönüştürüldü, müze değil miydi yav burası? Biraz içeriye doğru ilerledim. Meryem Ana ile oğlu İsa Peygamber'le karşılaştım sanki bana  gülümsüyorlardı. Ve de dört melek onlarda aynı şekilde bana bakıp gülümsüyorlardı. Sakin ol Selim! Bunlar sadece bir rüya uyanıp bitecek bu kabus. Utanmasam ağlayacağım. Etrafı izlemeye başladım kafes gibi bir yer vardı. Bu kafesi niçin yapmışlar hayret dedim. ''Padişahlar için yapıldı!'' o da ne kim konuştu kim var, kimsiniz? Etrafta kimsecikler yoktu. Bu ses nereden geldi, emin oldum biri benimle dalga geçiyor. Çık ortaya! Çık ki sana gününü göstereyim. Cevap veren yok. Birden kanat sesi duydum aklıma çıktı. Güvercinlermiş, rahatladım. Camiinin devasa kubbesini izlerken üst katta bir ışık hüzmesi gördüm. Yukarıya nereden çıkacağım şimdi? Büyük kapıdan dışarıya çıktım, sağımda merdivenleri gördüm. Merdivenleri çıkmaya başladım ama çık çık bitmiyor ne uzun bir yol bu? Sonunda merdivenleri çıkmayı başarabildim. Gördüğüm ışık hüzmesine doğru gittim. 
  

Gördüğüm ışık hüzmesi bir duvara yansıyordu. Mozaikti değil mi bu? Bunlar kim acaba? Yerdeki adam neden eğilmiş öyle, tahtadaki kral sanırım. ''Hayır, kral değil Hz. İsa!'' Geldi yine meşhur ses! Sen oynamaya devam et bulacağım en sonunda seni. Bari yerde duranı da söyle. ''Kral IV. Leon!'' Kafayı yedin sanırım Selim bunun başka açıklaması olamaz! Diğer mozaiklere de baktım. İki adam ellerinde bir şeyler tutuyordu; birinde camiiye benzer bir şey vardı, diğerinin elinde kale vardı. Ve o ses yine duyuldu ''O camii Ayasofya! Diğerinin elindeki ise Konstantin!'' Ne bilgili bir ses, her şeyi biliyor maşallah! Diğer mozaiğin karşısına dikildim. A bak bunu biliyorum. Ortadaki Meryem Ana kucağında Hz. İsa. ''Aferin!'' Gizemli sesten aferin de aldın Selim artık sana karada ölüm yok. Tekrar aşağıya indim koca koca sütunları izleyip dışarıya doğru yöneldim. Dışarıya çıktım, camiinin etrafında dolaşırken bir taş gördüm. Taşın üzerinde ''Bu camii-i kebir Fatih Sultan Mehmet Hanın kılıç hakkıdır.'' yazıyordu. Divanyolu'na doğru çıktım gece geç saatler sanırım kimsecikler yok. Korkmam lazımdı neden korkmuyorum üstümde  bir cengaverliktir ki sorma gitsin. Gülhane Parkı'na doğru gidiyorum. Gülhane Parkı'na girdim, bu park bu kadar güzel miydi ya! Karanlıkta bile ışıl ışıl parlıyor. Havuzun sesi kulaklarımda dans ediyor. Devasa büyük ağaçların içinde dolaşıyorum. Zıırrr zıırrr!  Uyanma vakti! Telefon sesi mi? Yataktan nasıl fırladığımı bir ben bilirim bir Allah! Yatakta olduğuma mı şaşırayım rüyadan öte yaşadıklarıma mı? Yaşadıklarım akıllara durgunluk verici, hala inanamıyorum nasıl olabilir? Nasıl oldu o olanlar? Rüya desem rüya değil, gerçek desem gerçek değil. Telefonu elime aldım mesajlara baktım. O da ne bir mesajda ''Selim bizsiz çoktan Ayasofya'ya gitmiş hiç de haber vermiyor.'' yazıyordu. Sessizce donuk kaldım bir süre mesajı tekrar tekrar okudum. Nutkum tutuldu rüya değil miydi? dedim titrek bir sesle. Ben onları yaşamış mıydım? Mesajların devamında çekindiğim fotoğraflar vardı. Gecenin bir yarısında Ayasofya'da ve Gülhane Parkı'nda fotoğraf çekinmişim. Derin bir sessizliğe gömüldüm. Ne düşüneceğimi ne yapacağımı bilemedim. Bir süre sessizce düşündükten sonra bu akıllara zarar olayların nasılını öğrenmeye karar verdim. Muhakkak bir iş vardı bu işte. Bu yaşadıklarım gerçek olamazdı acaba yine mi rüyada mıydım diyerek çimdikledim kendimi. Ah! Hayır, uyanığım gerçekteyim! Titrek ellerimle telefonu aldım ve kültür gezisine geleceğimi yazdım. Çünkü aklımı donduran aman vermeyen sorularımın cevabımı bulmam gerekti.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlk Yaram

Kırgınım

Anlaşılmak